ATATÜRK’ÜN SEVDİĞİ SELANİK TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ Atatürk'ün sevdiği türküler arasındadır Selanik Türküsü. 1911 yılında Selanik'te yaşanan kolera salgınını anlattığı söylenir. Her dinlediğimizde içimize işleyen bir yanı var: Müziği mi, sözleri mi? Sanırım her ikisi de. Hikâyesi de oldukça hüzün dolu ve can yakıcı. Bir gün önce, dikkat çekici sessiz bir sela ve Kilyos mezarlığında defin anonsu ile pandemi mahallemizden bir canı daha aldı, götürdü. Beraberinde Covid yoğunluk haritasında kırmızılıklar azaldı ama evlerden yayılan acının dalgaları anında azalan kırmızılıkların yerini doldurdu; ancak giden geri gelmiyor! Derler ya, gerçekten "ateş düştüğü yeri yakıyor"! Aklıma Selanik Türküsü düştü: "Selanik içinde sela okunur, Selanın sedası cana dokunur. Gelin olanlara kına yakılır, Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver." Selanik, özgür düşüncenin sembolü şehir Mustafa Kemal'in doğduğu, çocukluğunu geçirdiği ve öğrenim hayatına başladığı Selanik, Osmanlı Devleti'nin batıya açılan penceresi, Osmanlı'nın İstanbul'dan sonra en gelişmiş ve en büyük şehri idi. Büyük ve işlek bir limanının yanı sıra Avrupa ile demir yolu bağlantısı ona diğer Osmanlı şehirlerinden daha canlı bir ticaret ve sanayi merkezi olma şansını vermişti. Bu da beraberinde canlılık, zenginlik ve şehre hem batıdan hem de doğudan bilgi akışı demekti. Dolayısıyla Avrupa'da olan her şeyden, İstanbul'dan önce Selaniklilerin haberi olurdu. Nitekim Fransız İhtilali'nin rüzgarları Selanik'e diğer kentlerden çok daha önce ulaştı; İstanbul ve diğer Osmanlı şehirleri o dönemin karanlığı içinde Selanik kadar şanslı olamadılar. Dini ve etnik açıdan zengin bir çeşitliliğe sahip olan şehirde, Türkler çoğunlukta olmakla beraber Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni ve Yahudi nüfus, zengin kültürel yapının eşsiz mozaiğini oluşturmaktaydı.
Şehirde Türkçe, Rumca, İbranice ve Bulgarca yayımlanan gazetelerin yanısıra şehir halkı Avrupa'da çeşitli dillerde basılan gazete ve kitapları eş zamanlı alma ve okuma olanağına sahipti. Her topluluk, batıdan gelen özgürlükçü ve yenilikçi akımların etkisiyle eğitime öncelik verdi. Bunun sonucunda Selanik, özgürce düşüncelerin ifade edildiği bir atmosferin egemen olduğu, eğitim olanaklarının üst düzeye ulaştığı nadir Osmanlı kentlerinden biriydi.
Osmanlı topraklarında kolera ilk kez 1822 yılında görüldüğü ve sonrasında gerek büyük salgınlar gerekse de küçük salgınlar halinde varlığını sürdürdüğü biliniyor. Kolera, 1911'in Mayıs ayında Samsun'da yeniden ortaya çıkar hemen ardından İstanbul'da görülür. Eylül ayında Selanik'i vurur; salgın bir önceki yıldan çok daha sert geçmektedir. 10 Eylül tarihli Rumeli gazetesi "Hastalığın şehirde belirişi akıllara şaşkınlık verecek bir çoklukla olduğundan herkesi bir telaş almıştır. Kolera, Cuma günü (8 Eylül) sabahından cumartesi sabahına kadar 20 kişide görülmüş, bunların beşi hayatını kaybetmiştir" diye yazar. 8 Eylül'den 11 Eylül'e kadar hastaların sayısı 54'e ulaşır ve bunların önemli bir bölümü hayatını kaybeder. Şehirde bir tür seferberlik başlatılır. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri de harekete geçmiştir; afete karşı yöneticiler ve doktorlar 10 Eylül Pazar akşamı rıhtım kulübüne çağrılır. Sıhhiye Müfettişi Tevfik Rüştü Bey ve şehrin önemli eğitimcilerinden Şemsi Efendi de oradadır. Bu toplantıda komisyonlar oluşturulur ve alınan kararlar derhal hayata geçirilir. Selanik yalnızca pandemi ile savaşmaz; Balkanları kaosa sürükleyen karışıklıkların ve milliyetçi akımların etkisi altındaki ayrılıkçı ayaklanmaların da tam merkezindedir. Bu sırada Avrupa bir yandan önündeki iki dünya savaşına hazırlanırken öte yandan bilimde devrimsel buluşlara imza atmanın heyecanını yaşamaktadır. Bilim insanlarının savaş çığırtkanı siyasilerin amaçlarına hizmet etmediği bu dönemde Curie'ler, Becquerel, Einstein, Bohr, Planck, Rutherford ve birçok bilim adamı tarihin akışını değiştirmek üzeredirler. Einstein'ın Genel Görelilik Kuramını açıklamasına daha 5 yıl vardır ama Özel Görelilik tüm bilim dünyasını sarsmıştır. Öte yandan Planck Kuantum Kuramı'na açılan kapıyı aralamış, Becquerel ve Curie'lerin radyoaktiviteyi bulmalarının üzerinden bir on yıl geçmiştir. Daha atomik yapı modellenecek, atomaltı parçacıklar bulunacak; Hubble, evrende başka galaksiler bulunduğunu ve evrenin genişlediğini gösterecektir. Batıda tüm bunlar olurken Osmanlı'nın en önemli eğitim ve kültür merkezi olan Selanik, sahip olduğu potansiyeli bölgedeki karışıklıklar, salgınlar ve çökmekte olan imparatorluğun ağırlığı altında kullanabilme şansına sahip olamaz, ama onun önceliği başkadır. Bu güzel şehir, gelecek Türkiye'sinin kurucusunu büyütmüş, eğitmiş, ona bir lider vizyonu yüklemiş ve ülke savunması için şimdi onu cepheye göndermeye hazırlanıyor: Kapıda dört yıl sürecek kocaman bir dünya savaşı beklemekte. Daha sonrasını biliyoruz! Selanik Türküsü ve Hikâyesi Selanik çarşısında kumaş satan ve etrafında sevilip sayılan bir esnaf olan Rüstem Ağa'nın kızı Fitnat babasının yanında çalışan Mehmet adında bir gence gönlünü kaptırır. Aileler de onay verince düğün hazırlıkları başlar. Ancak Selanik pandeminin pençesindedir. Kolera salgını halkı kırıp geçirir. Düğüne bir hafta kala Fitnat hastalanır ve yataklara düşer, günden güne eriyip solan Fitnat öleceğini anlar; acısını ve duygularını türküye döker ve düğününden üç gün önce de son nefesini verir. Mehmet, çok sevdiği Fitnat'ının mezarını kendi kazar ve içindeki dayanılmaz acıyı Fitnat'ın türküsüne akıtır, türkünün son bölümü ona aittir. "Çalın davulları çaydan aşağıya Kazın mezarımı bre dostlar belden aşağıya Dökün sularımı boydan aşağıya Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver Al başımdan bu sevdayı götür yare ver Selanik içinde selâm okunur Selâmın sadası bre dostlar cana dokunur Gelin olanlara kına yakılır Aman ölüm zalım ölüm üç gün ara ver Al başımdan bu sevdayı götür yare ver Selanik Selanik… Issız kalasın. Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın Sen de benim gibi yarsız kalasın. Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver. Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver."
Yazarı. Prof. N. Güneç Kıyak. Saygıdeğer Hocamız, sayın Güneç Kıyak Hanıma, bu güzel yazısını paylaşmamıza izin verdiği için çok teşekkür eder, saygılar sunarız. Bahadır Akkoyun www.pikovamubadilleri.com
Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümünden, yüksek lisans derecesini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Nükleer Enerji Enstitüsü Nükleer Enerji anabilim dalından almıştır. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu-Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde çalışma hayatına atılan Kıyak, doktora derecesini almasının ardından, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu bursuyeri olarak Münih Radyasyon ve Çevre Araştırma Enstitüsü’nde nükleer teknikler ve uygulamaları, nükleer santrallerin çevre analizleri ve radyasyon dozimetrisi konularında çalıştı ve araştırmalarda bulundu. Türkiye’ye döndükten sonra 1992 yılında doçent ve 1998 yılında ise profesör oldu. Kıyak, 2015 yılına kadar rektörü olduğu Işık Üniversitesi’nin 1996 yılında kuruluş çalışmalarına katıldı. Görevleri arasında Kurucu Fizik Bölüm Başkanlığı, Fen Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcılığı ve Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü yer almaktadır. Ayrıca Işık Üniversitesi bünyesinde bulunan, arkeolojik buluntuların tarihlendirilmesi, jeolojik sedimentlerin analizi ve tarihlendirilmesi konularında araştırmaların gerçekleştirildiği Lüminesans Araştırma ve Arkeometri Laboratuvarını kurdu. Bir süre Işık Üniversitesi rektörü olarak görevini sürdüren Kıyak, 2015 yılının şubat ayında görevini Ergül Akçakaya'ya devretti. (Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi)
|
3020 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |